David Foster Wallace, 46, kendini asmış. Kitaplarını okumadım, ama kısa öykülerini ve yazılarını okuduğum, bir sürü dergide parmağı olan bir adamdı, on küsür yıl önce kaleme aldığı Infinite Jest ’90larda yayınlandıktan sonra kült olmuş bir tuğla olarak herhalde unutulmayacak. Gene de asıl tuhaf olan herhalde kendini asmış olması ve asmanın nasıl bir ölüm olduğu. Bana kendini asmak her zaman tuhaf geliyor; bir, asarak/asılarak ölüm fazlasıyla sancılı gözüküyor – mücadelenin son ana kadar sürdüğü bir ölüm, iki, kendi kendinize uygulayabileceğiniz tek idam cezası bu sanırım (zehirli iğne ve overdoz bambaşka şeyler karıştırmayalım lütfen). Kendi kafanızı giyotinle ya da bir baltayla kesmezsiniz, elektrik sandalyede voltajdan kızaramazsınız vs. vs. (“işin” mutfağı ve ilgili konular için izleyin: “Mr. Death: The Rise and Fall of Fred A. Leuchter Jr. – Errol Morris), üstelik asmak bütün bunlardan eski ve çoğu yerde çağdışı bulunuyor, idam cezasının çağdışı olup olmaması başlı başına saçma bir tartışma, evet. Bu nedenle kendini asmakta bir kendini cezalandırma da olduğunu düşünüyorum, sanki intiharı mutlak kılan nedenlerin cezasını da, intiharın yola açacağı üzüntünün bedelini de barındıran, bedelini önceden ödeyen bir ölüm/öldürme. Her neyse, elektronik fatihalar ve yazar üstüne bir sürü okuma parçası için:

http://www.thehowlingfantods.com/dfw/

***

Bülent Arınç. Düşününce aklıma spesifik bir hareketi gelmeyen bu adamın gene de çoğu hareketini/açıklamasını talihsiz ve çirkin arasında bir yere koymak mümkün. Son beyanatının bunların bile dışına çıktığını söyleyebiliriz, beyefendi şöyle buyurmuşlar:

”Başbakan ile ilgili olarak, söylenen şey, oradaki bir kişinin ‘al şu parayı filana ver, filan da filana götürsün…’ 3 kişi var, 3. kişi Başbakan ama ne buraya gelen, ne para verdiğini söyleyen, ne paranın verildiğine dair belge var. Çok çirkin bir şey. Ceza davasının temel ilkesinde, birinin ‘ben bu suçu işledim’ demesi yeterli değil. Bir adam ‘ben şunu öldürdüm’ dese, yeterli değildir, maddi delil aranır. Türkiye’de bir Alman üzerinde 10 kilogram eroinle yakalansa, ‘Bana bunu Angela Merkel verdi, Türkiye’ye vermemi söyledi’ dese, ne düşünürsünüz. Siz, Merkel’i, böyle bir suçun faili olarak kabul edebilir misiniz? Türkiye’de 100 YTL’ye hayatını pazarlayanlar var, bunun eline 10 bin verseniz, ‘Toplumun en itibarlı saydığı kişiyle her gün bir arada oluyorum’ dese, ne düşünürsünüz? Herkes bir şey söyleyebilir. Geçmişte bu oldu, bir milletvekili yurt dışında yakalandı, eroini geçmişte, Türkiye’de başbakanlık yapan bir kişiden aldığını söyledi, yargılama sonucunda iftira olduğu ortaya çıktı.” [1] [2]

Burada esas tek bir nokta bence yok, aksine eş önemde bir kaç şey var. İlki, Meclis Başkanlığı yapmış bir insanın ayrımcı açıklamalar yapması, hele ki kendi deyimiyle “hayatını pazarlayan” bu insanlar hayatta kalma mücadelesi içindelerken. Bence hırsızlıktan çok başka bir durumdan bahsediyoruz. Burada işin özünde siyasetçinin siyasetçi gibi değil, kendi gibi konuşması problematik olan – kimse siyaset jargonu içinde hareket ettiği müddetçe “Kasımpaşalı” olarak adledilmiyor, ki bu “Kasımpaşalılık” da “siyaseten yanlış” bir mevzu ve mazlumluk üzerinden bir politika yürüten bir siyasal güç için de bir nevî koz elbette.

İkinci nokta ise bu kişilerin güvenilmez olmaları gerektiği görüşü. Bu, bence en önemli nokta olan, üçüncü noktaya da derinden bağlı: “hayatını pazarlamak” lafının “bedeninin pazarlamak/satmak/leasinge vermek” ya da bir başka aşağılayıcı kalıbıyla olan ilişkisi. Beden ve hayat ekseni, Arınç’ın Weltanschauung‘unda çok önemli bir yeri kaplıyor olabilir, fakat beden=hayat demek biraz zor, burada hayattan kastedilenin daha çok ahlakla ilgili olduğunu göz önünde bulundurarak. Sanki bedenini satan kişi, moralman “tabula rasa” olarak dolaşıp, iki sevişme arasında ilk seviştiği insanın düşündüklerini düşünerek yaşıyor. Bu fantastik ve geçersiz örneğimi bir yana bırakacak olursak, kimilerine rahatsız edici gelebilecek karşılaştırmalar yapmak daha mümkün, o da “görücü usulü evlilik”, “başlık parası” örnekleri. Elbette bir kısmımızın etrafında böyle örnekler olabilir, bu örnekler de seviyesiz gelebilir fakat bu örnekleri şu an için savunmak mümkün mü? Başlık parası zaten herkesin bildiği, açıklanmaya ihtiyacı olmayan bir örnek fakat “görücü usulü evlilik” de bir çeşit alışveriş değil midir? Ortada bir para olmaması demek bu tip bir izdivacın masum olduğu anlamına gelmiyor; burada en hakikisinden bir sembolik alışveriş/sembol takası (symbolic exchange), sembolik bir ücretten ziyade sembollerin değiş-tokuşu, sonucu peydahlanan bir satma/alma mevzusu söz konusu. Hatta bu burada sadece beden değil, haz da, itaat de, “ben bilmem beyim bilir” dayatılıyor.  Öznesiz, (erkeğe) parazit bir kadın anlayışı. “Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla” ya da daha güzel bir formülasyonla “bedenime sahip olabilirsin ama arzuma asla”nın sindirildiği bir alışveriş formu. Amacım burada aslında seks işçileri/fahişeleri haklı çıkaracak bir metin kurgulamak ya da “feminizm yapmak” değil, bu ikiyüzlülük gene de beni çileden çıkartıyor. Hem ayrıca, Marksizmin en basit argümalarından biri olaraktan, hepimiz işgücümüzü, düşgücümüzü belli bir bedel karşılığı kullanıma sunmuyor muyuz? Bunları, aldığımız maaşın 100 katına satar mıyız; ya da satmaz mıyız? Yolsuzluk dediğimiz, sadece her zaman gündemde olan maddelerden biri midir?