Category: Yabancı Edebiyat

Adalar – Derek Walcott

[Margaret için]

 

Onları sadece adlandırmak düzyazısıdır

Günlükçünün, seni bir isim yapmak

Okuyucular için, gezginler gibi överler

Yataklarını ve sahillerini aynıymışçasına;

Ama adalar sadece

Eğer onların içinde sevdiysek varolabilirler. Arıyorum,

Nasıl iklim usulünü arıyorsa, kum kadar gevrek,

Gün ışığı kadar açık, kıvrık dalga kadar soğuk,

bir bardak ada suyu kadar sıradan bir şiir yazmayı;

Gene de, bir günlükçü gibi, sonrasında

Tuzlu odalarının tadını çıkarıyorum

(Bedenin buruşmuş çarşafların

kırışık denizini karıştırıyor), odaların aynaları

sarılmış, uyuyan imgelerimizi,

köpüklü dalgaların sayfalarıyla silinmiş

aşkın kullanmayı umduğu kelimeler gibi,

yitiriyor.

Yani, kumdaki bir günlükçü gibi,

Sen kimi adaları şereflendirirkenki huzuru

İşaretliyorum, gecenin dalgalar seslerine karşı

Lambaları yakmak için indiğin dar merdiveni,

Sıçrayan bir örtüyü bir elinle koruyuşunu,

Ya da sadece, yemek için pullarını kazıdığın balığı,

Soğanları, turna balığını, ekmeği, levreği;

Ve her öpüşte o sert deniz tadı,

Ve incelemeni ayışığında dalgarın boyun eğmeyen

Sabrını, her ne kadar boşuna görünse de.

[Derek Walcott’ın In a Greenlight (1962) isimli kitabından Islands isimli şiirinin çevirisi]

Efsane (Borges)

Kabil(Cain) ve Habil(Abel) Habil’in ölümünden sonra birbirlerine rast geldiler. Çölü geçerken, her ikisi de çok uzun oldukları için, birbirlerini tanıdılar. İki kardeş yere oturdular, ateş yaktılar ve yediler. Alacakaranlık çökerken yorgun insanların yaptıkları gibi sessizce oturdular. Gökyüzünden bir yıldız parıldadı fakat henüz adı konmamıştı. Ateşin ışığında Kabil Habil’in alnının taşın izini taşıdığını gördü ve elindeki ağzına götürmek üzere olduğu ekmeği bırakıp kardeşinden kendisini bağışlamasını istedi.

“Beni öldüren sen miydin; yoksa ben mi seni öldürmüştüm?” diye cevap verdi Habil. “Hatırlamıyorum artık, buradayız şimdi, beraber, eskisi gibi.”

“Artık beni gerçekten bağışladığını biliyorum” dedi Habil, “çünkü bağışlamak unutmaktır. Ben de unutmaya çalışacağım”

“Evet” dedi Habil yavaşça. “Pişmanlık sürdüğü müddetçe, suç kalır.”

***

Borges’in 1969 yılında yayımladığı şiir ve kısa öykülerinden oluşan Elogio de la sombra kitabından. Ben İngilizce’den çevirdim, Andrew Hurley’nin Collected Fictions çevirisinden. Hurley kitabın ismini Karanlığa Övgü anlamına gelen In Praise of Darkness diye çevirmiş,  “eulogy” diye neden çevirmemiş anlayamadım. “Sombra” ise İspanyolca’da hem gölge hem de karanlık demek, bunu nerede okumuştum hatırlamıyorum ama kontrol ettim öyleymiş. Bunlar bir yana Borges ne kadar kötü olursa olsun asla çeviride gücünden çok bir şey kaybetmeyen bir yazar, ki kendisi de çeviriyi yenidenyazım olarak yaftalayanlardan (bkz: Homer’in versiyonları, 1001 gece masallarının çevirmenleri denemeleri).

Bu dönem Borges’in The Ethnographer isimli bir öyküsüyle haşır neşir olmak durumunda kalınca, külliyata gene bir göz attım, bu da benim üzerine yazdığım şeylerle en ilintili olanlardan biriydi, sevdiğim ve de Türkçe çevirisinin olup olmadığından emin olamadığım için karşınızda. Ethnographer öyküsü de, gene aynı kitaptan ve geçen ay, mayıs, çıkan Kitap-lık dergisinde Borges dosyası sebebiyle çevirisi var. Borges kitapları ise İletişim’de kelepir olarak mevcut, okumadıysanız şiddetle tavsiye ediyorum.

Öykünün tadını çıkarabilmek için ise bilmiyorsanız Habil&Kabil olayına bir bakılması gerek, buralardan [1]&[2] buyrunuz.

New Yorker deneme aboneliği

Firefox’un Adblock isimli çılgın bir eklentisi var, çoğu reklamı engelliyor ve onları görünmez kılıyor. Cumartesi gecesi uyuyamayıp JSTOR’dan yüz yıl öncesinin Almanca Türk filolojisi dergilerinde Leon Cahun karıştırırken Firefox’um yüze yakın tab açmam sonucu çöküp benim de aradan ayıklamaya üşenmem sonucu (Firefox’un betasını kullandığım 3.5 sürümünde her açılışta geçen oturumda açık olan tablerin bir dökümü çıkıp hangilerini açmak istediğinizi size soruyor, bayağı kullanışlı) ben de Google’ın Chrome tarayacısını kullanmak durumunda kaldım böylelikle de New Yorker dergisinin dört haftalık deneme promosyonundan da haberim oldu. Promosyon sayesinde dört hafta süresince her hafta pazartesileri yeni yayımlanan sayısının dijital versiyonuna (derginin fiziksel halinin birebir bir dijital kopyası) ve daha da güzeli arşivi karıştırmak mümkün. Dergiyi bilmiyorsanız, her hafta güzel incelemeler ve de gerçekten güzel şiir ve öyküler (mesela bu hafta bir tane Salman Rushdie öyküsü) var – bir kısmı da sıkıcı sıkıcı etkinlikler listesi.

Şuradan kayıt olunuyor, iyi okumalar:

http://archives.newyorker.com/skins/realview/tny/register.asp?pub=The%20New%20Yorker

Sarah Arvio

Sarah Arvio Amerikalı bir kadın şair. İki tane şiir kitabı –Sono ve Visits from the Seventh var ve hâlen Princeton‘da yaratıcı yazım dersleri veriyor. Şiirleriyle bu sene  Boston Review dergisinin her yıl verilen şiir ödülünün onbirinci sahibesi olmasıyla karşılaştım. Yukarıdaki linklere ek olarak internetten bulabildiğim bir çok şiir yayımlandıkları yerler sırasıyla:

Şiirlerini kendi okuduğu parçalar için:

Bu da duvarını şenlendirmek isteyenler için bir hediye.

günün köpüğü II

Türkiye Birleşmiş Milletler’de Güvenlik Konseyine girmiş [1] & [2].

***

Simin’in bana ucundan azıcık çevireceğini söyleyip çevirmediği Jonathan Littell yazısı, Le Mondé‘un tarihindeki en uzun yazıymış diye okumuştum, neyse ki Die Zeit tarafından çevirilip 16 Ekim sayısının Dossier eki olarak basılmış, bir kaç saat önce baktığımda yoktu (ya da ben bulamadım), ama 10 ytl’mle ne yapabilirim diye merak eden varsa üzerine 75 kuruş ekleyip Die Zeit alsın derim, o kadar güzel olmuş bu sayısı. Paracıklarımız uçuyor diye unuttuğumuz Gürcistan üzerine inanılmaz bir yazı; zamanda geriye gidince ise bu sefer Rusya üzerine bir yazıya rastlıyoruz. Biraz karıştırırsak İsrail ve Filistin üzerine de (zehir zemberek) bir şeyler de bulmak mümkün.

“Jonathan Littell kim lan, ne alaka?” diyenler için kendisi en merak ettiğim kitabın yazarı oluyor efendim. Jonathan, ya da muhtemelen arkadaşlarının onu çağırdığı adıyla John, Sci-Fi kitapları yazan bir babaya sahip, New York doğumlu fakat çocukluğunda ailesiyle beraber Paris’e göçmüş sonra da Yale’da edebiyat okumuş bir beyefendi (kendisinin kökenleri ise Rusya’ya dayanmakta; zamanında -1880’ler- çarın ölümü nedeniyle yükselen anti-semitizm dalgasından kaçıp ABD’ye gelmiş ailesi). Kendisi de ilk bilim-kurgu kitabını yazdıktan yıllar sonra ikinci kitabını Fransızca olarak, Les Bienveillantes (kitabın ismi Yunan mitolojisindeki Erinyes’e gönderme imiş; ben kendilerini Neil Gaiman’ın Sandman’i sağolsun The Kindly Ones olarak tanıyordum – ki esasında İngilizce çevirisi de böyle çıkıyor; bahar 2009’da), yayımlıyor. Kitap kısaca, II. Dünya Savaşı sonrası hatıralar denizine dalıp çıkan, direkt olarak Yahudi soykırımında yer almış eşcinsel bir Nazi Subayının hakkında. Kitap çıktığı yıl Fransız Akademisi ve Goncourt ödüllerini kazanıp, esasında çifte vatandaşlık vermeyen Fransa’ya bile Fransızca’ya yaptığı üstün hizmetlerden dolayı bir vatandaşlık verdirtiyor (mutlu son).

Sırasıyla, Alman basınını en güzelinden irdeleyen, Sign and Sight‘tan kitabın Almanca çevirisi ve yarattığı etki üzerine iki yazı;sıfır & bir & ‘ki.

***

Christopher Doyle kontrolünden geçmiş bir Criterion Collection Chungking Express blu-ray‘i. Para ve ardından blu-ray oynatabilmesinden dolayı bir playstation 3 ve de güzelinden bir ekran istemek düşüyor bana da.

***

Gene edebiyat: Frankfurt Kitap Fuarı’na resmen çıkartma yapılmış durumda.Fuar üzerine de bir çok şey yazılıp çiziliyor. Bu yazıyı da her gün güncelliyor olacağım yeni yazılar karşıma çıktıkça, kısa veya kötü bulduğum yazıları, mesela International Herald Tribune ve Guardian‘ın kısa kısa Orhan Pamuk’un nasıl baskıcı sistem karşıtı konuştuğuna değinmelerine ben yer vermeyeceğim.

Çok güzel bir arka plan yazısı ile başlayalım:
http://www.signandsight.com/features/1776.html

Genel itibariyle Die Zeit‘ın fuar üzerine yazdıklarını bu adresten takip etmek mümkün, ama ben arşiv amacıyla teker teker de yazacağım.

Murathan Mungan ve Çador üzerine:

http://www.zeit.de/2008/43/L-Mungan

http://www.zeit.de/online/2008/42/unser-istanbul

http://www.zeit.de/2008/43/L-Pamuk

Çok sayıda NZZ yazısı, özellikle farklılık ve kültürel çeşitlilik odaklı yazılar:

http://www.nzz.ch/nachrichten/kultur/literatur_und_kunst/auf_dem_weg_zur_offenen_gesellschaft_1.1085002.html

http://www.nzz.ch/nachrichten/kultur/literatur_und_kunst/die_fremden_im_land_1.1085011.html

http://www.nzz.ch/nachrichten/kultur/literatur_und_kunst/diversitaet_als_programm_1.1085071.html

http://www.nzz.ch/nachrichten/kultur/literatur_und_kunst/diversitaet__ein_reichtum_der_angst_macht_1.1084993.html

http://www.nzz.ch/nachrichten/kultur/literatur_und_kunst/das_patriarchat_entlaesst_seine_toechter_1.1085057.html

http://www.nzz.ch/nachrichten/kultur/literatur_und_kunst/emigration_in_die_deutsche_sprache_1.1085005.html

http://www.nzz.ch/nachrichten/kultur/literatur_und_kunst/auf_dem_weg_zur_offenen_gesellschaft_1.1085002.html

http://www.nzz.ch/nachrichten/kultur/literatur_und_kunst/aus_der_tuerkei_schreiben_1.1085001.html

Perihan Mağden’den inciler:

http://afp.google.com/article/ALeqM5ibAAEsYERYJqDdirtiSaXQh3FyOg

Eurozine ise fuar şerefine Varlık’tan yazılar yayımlıyor:

http://www.eurozine.com/articles/2008-10-16-newsitem-en.html

© 2025 Belki

Theme by Anders NorenUp ↑