Çizgi romanlarda da çok net bir şekilde bir “mainstream” olgusu var. Bunu da genelde herkesin bildiği süper kahraman çizgi romanları oluşturuyor: DC’nin (Detective Comics) Batman, Superman, Flash, Wonder Woman ve Marvel’ın Spider-Man, Iron-Man, Daredevil, Fantastic Four, Captain America, X-Men (Wolverine, Cyclops vs.) herhalde en göz önünde olanları. Ed Brubaker ise bu saydığım çizgi romanlardan Captain America, Daredevil ve X-Men’in (daha doğrusu her ay yayınlanan ondan fazla, bir çok karakterin kendi serisi olduğunu hesaba katarsak, çizgi roman arasından Uncanny X-Men’ in) yazarı. Yani gayet de ana-akım içinde bir yer işgal ediyor. Fakat gene de ben, Ed Brubaker’in çizgi romanlarını hep büyük tasarılardan uzak, daha mütevazı görüyorum. Ne dediğimi iyice ifade edebilmek için muhtemelen biraz konu dışına çıkıp başka bir yazarla ufak bir karşılaştırma yapmam gerek; o yazar da Brian Michael Bendis.
Bendis gene film endüstrisi terminolojisinden “büyük bütçeli prodüksiyon”ların başındaki adama tekâbül ediyor. Cross-event olarak adlandırılan bir çok çizgi romana yayılan genellikle bir yıl civarında süren hikayelerin başında duruyor (Secret War, House of M, hala devam eden Secret Invasion), Marvel evreninin şimdiki zamana uyarlanmış hali olan, böylelikle de herkesin bildiği orijin hikayelerine dönmeyi ve parayı kırmanın en kısa yolu olan Ultimate serilerinin de mimarı. Bu kadar laf kalabalığı etmekti amacım şuydu: Bendis her ay bir çok çizgi roman yazıyor ve gerçekten aldığı kararlar karakterleri değiştiren, tüm Marvel evrenini sarsan kararlar olabiliyor – bu nedenle de çoğu zaman bir çok problemi olan öyküler oluyor. Brubaker’in öyküleri ise çok daha kendi içlerine dönük, tutarlı ve gösterişten uzak. Biraz tartışmalı olabilecek bir konu ise orjinallik olsa gerek. Bence her iki yazar da aslında büyük birer hırsızlar, Bendis fütursuzca oradan buradan araklıyor – Bendis’in Marvel’ın Icon dizisinden çıkan yarı-bağımsız Powers adlı dedektif serisinin bir sezonunda, çizgi romanlarda kendi içlerinde öykülere sahipler, bu bazen “Volume” olarak belirli bir şeyleri ifade etse de genelde bu daha belirsiz ve “story arc” olarak adlandırılıyor, beni çok etkilemiş bir finalin aslında Alan Moore’un Watchmen‘in finaliyle çok benzer olduğun sonradan hatırladım. Brubaker ise öykülerinin neredeyse tümünü dedektif öykülerine, kara filmlere dayandırıyor, gene de kendine has denebilecek kurgu oyunlarına sahip.
Criminal da, Bendis’in Powers‘ı gibi Marvel’ın Icon şirketine bağlı ve bu nedenle de daha bağımsız bir çizgi roman. Criminal gerçekten de anaakımın dışında gözükebilecek bir çizgi roman, içinde hiçbir süper kahraman yok ve öykülerin merkezinde de suçlular duruyor. Tahmin edilebilir bir şekilde çok yoğun bir biçimde kara filmlerden, ucuz detektiflik romanlarından hem kurgusal yapıları hem de kadın-erkek ilişkilerini, suçluların dünya görüşlerini de alıyor. Sadece ırklar konusunda işler eskiye oranla biraz daha “renkli”, yeterince değil bana göre de gene de yazarını bu konuda suçlamak herhalde abes kaçar.
Şu ana kadar 13 sayısını okuduğum çizgi romanın son üç sayısı ya da v2’nin ilk üç sayısına rahatça “gerçekten çok iyi” diyebilirim. Serinin ilk başlarında aldığı övgüler bana göre çok da anlamlı değil, her ne kadar Brubaker’a özel bir tat olduğunu kabul etsem de hikaye o kadar ahım şahım değildi, ilk başlarda beni etkileyen kara mizah da çabucak kayboldu. Gerçi çizer Sean Phillips çok başarılı ve insanı öyküye çekiyor. Neyse, bahsettiğim üç sayıda kesişen hikayeler klişesiyle özetlenecek bir durum var. Öncelikle ilk on sayıda sadece gösterilen kimi karakterlerin geçmişleri sunuluyor. Her sayıda bir karaktere odaklanılan bu öykülerde son başlarda düşünülebilirken, diğer ikisinde bilinmesine rağmen heyecan ve okuma hissi kaybolmuyor çünkü karakterler olaylara ve birbirlerine, özünde bir aşk üçgeni olan bir hikaye, çok iyi örülmüş durumda. Üçüncü sayının sonunda bittiğinde kafamda her şeyin birleşmesinden ziyade, daha çok bu kopuk ve eksik hikayenin tam olarak neyi temsil ettiğini daha iyi anlayabildim. Dediğim gibi, fazlasıyla basit olan çok fazla öğe var: siyahî babanın çocuğunun patronun oğluyla kanka olması, aynı kızdan hoşlanmaları, kızın sonradan “kötü yola” düşmesi, bir sürü tanıdık replik, tanımadık repliklerin de (aşağıdaki gibi) gene janra tam oturmaları vs. vs. Gene de Brubaker’in kurguya kattığı bir iki müdahele işi çok güzel bir hale getiriyor. Umarım gelecek öyküler de bu kadar başarılı olur.
Leave a Reply